
Tembellik Değil, Anlamsızlık Yorgunluğu
Tembellik, hayatımın başından beri benimle yürüyen bir gölge gibiydi. Şimdi bunca içerik üretiyor olmama bakıp “Bu kişi nasıl tembel olabilir?” diye düşünebilirsiniz. Oysa bu üretkenliği kazanmak yıllar süren içsel bir mücadelenin sonucudur. İnsan çoğu zaman emeğin, üretmenin, çabanın ne kadar değerli olduğunu fark etmek için hayatın ona bazı deneyimler yaşatmasını beklemek zorunda kalıyor. Belki bu yüzden tembelliğin, aslında sadece çalışmamak değil, ruhun anlam bulamadığı yerlerde yorulması olduğunu düşündüm.
Peki tembellik neden bu kadar yaygın? Neden bazı insanlar saatlerce yorulmadan çalışabiliyorken, bazıları en basit işi bile erteliyor? Bunun cevabı, bence, yalnızca fiziksel yorgunlukta değil; işin anlamında gizli. Faydasına inanmadığımız, içi boş, sadece “yapmış olmak için yapılan” işler, insanın ruhunu söndürüyor. Özellikle de devlette çalışan bir öğretmenseniz bunu daha derinden hissedersiniz. Çünkü sınıfta öğrencilerle olmak, üretmek, bir şey katmak istediğiniz halde; karşınıza onlarca, hatta yüzlerce evrak ve prosedür çıkar. Gerçek bir faydası olmadığını bildiğiniz belgeler arasında kaybolursunuz. Bu işler bitince ders anlatacak enerjiniz kalmaz. Tam da bu noktada tembellik değil, aslında içsel bir tükenmişlik başlar.
Benim “tembellik” dediğim şey, faydasızlıkla yüzleştiğim anda ortaya çıkıyor. Yoksa anlamlı bir iş varsa, insanlara fayda sağlayacağını düşündüğüm bir fikir varsa, o zaman yorulmak nedir bilmem. Saatlerce çalışsam bile enerjim artıyor. Çünkü insanın içindeki ateşi yakan şey, sonucunu göreceğine inandığı bir çabadır. Ne yazık ki boşa kürek çekmek kadar insanı yıpratan, ruhunu ağırlaştıran başka bir şey yoktur.
Teknolojinin Getirdiği Yeni Özgürlük
İşte bu yüzden yaşadığımız çağ bizim gibiler için büyük bir şans. Çünkü artık angarya işlerle eskisi kadar baş başa değiliz. Yapay zekâ, dijital uygulamalar, otomasyon sistemleri… Bir zamanlar saatlerimizi alan işler şimdi birkaç saniyede halledilebiliyor. Evrak yükünün bir kısmını bile elimizden aldığında, geriye kalan o zaman bize ait oluyor. Artık sadece “çalışmak” değil, “anlamlı üretmek” mümkün hale geliyor.
Üstelik bu teknolojilerin sadece kolaylık sağlamakla kalmayacağını, aynı zamanda insanın yaratıcı gücünü daha da öne çıkaracağını düşünüyorum. Çünkü teknoloji hiçbir zaman fikir üretemez; sadece var olan fikrin önünü açar. Bu yüzden ne kadar özgün ne kadar niş ve kreatif düşünceler ortaya koyabilirsek, teknolojiden de o kadar büyük destek görürüz. İnsan merkezden çekilmeyecek, aksine daha da değerli hale gelecek.
Zaman: En Büyük Servet
Bence insanın sahip olabileceği en büyük özgürlük, kendi fikirlerine zaman ayırabilmesidir. Kendi düşüncelerini, hayallerini gerçekleştirebileceğin bir zaman dilimi yaratmak, aslında hayatı gerçekten yaşamaktır. Ne var ki çoğu insan “vaktim yok” diyerek yıllarını tüketiyor. Oysa zaman, kendiliğinden açığa çıkmaz; planlama, verimlilik ve amaçla ortaya çıkar. Eğer teknolojiyi bilinçli kullanırsak, sadece işimizi değil, zihnimizi de hafifletebiliriz. Böylece düşünmeye, üretmeye, hayal etmeye yer açılır.
Kendimizi gerçekleştirmek, bir anda olan bir süreç değil; küçük zaman aralıklarının üst üste eklenmesiyle oluşur. Bu yüzden, bugün kazandığımız bir saat, yarın hayal ettiğimiz hayatın temelini oluşturabilir. Teknolojinin rolü tam da burada netleşiyor: Biz üretmeye odaklanabilelim diye, geri kalan yükü üstlenmek.
Gelecek Korkutucu Değil, Fırsatlarla Dolu
Bazıları teknolojinin insanı gereksiz kılacağını düşünüyor. Oysa ben bunun tam tersine inanıyorum. İnsan, düşünebilen, hayal kurabilen, anlam yükleyebilen tek varlık. Teknoloji ise bu yeteneklerin bir sonucu. Asıl önemli olan, bu araçları tüketen değil, onları şekillendiren kişi olabilmek. Çünkü tüm bu sistemler, insanı örnek alarak gelişiyor. Yapay zekâ, veriyi, dili, düşünceyi bizden öğreniyor. Bu yüzden insan kaybolmayacak; aksine daha değerli hale gelecek. Fakat bunun için ihtiyaç duyduğumuz tek şey var: Zaman. Ve bu zamanı kazanmanın yolu, çalışmak değil; akıllıca çalışmaktan geçiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder