Girişimcilik konusunda
Baybars Altundaş çok iyi bir örnek. Ama daha önce de bahsettiğim gibi melek
yatırımcı meselesi sadece üniversite öğrencilerine has bir olay değil. Nedense
toplumda böyle bir algı var ve bu işler hep bir teknokent çevresinde dönmek
zorundaymış gibi hissediliyor. Hâlbuki girişimci her yerdedir. O yüzden çok
farklı ortamlarda potansiyel girişimcilerle bir araya gelmek gerekir.
Kendisinin
meşhur kitabı “Otobüsten indim BMW’ye bindim.” kitabını her girişimci okumuştur
diye tahmin ediyorum. Kısa ama etkili bir hayat hikâyesi. Ancak nedense işlerin
çok kolay gerçekleştiği hissini uyandırıyor insanlarda ve bu yanılgıya
düşülmemesi gerektiğini uzun uzadıya vurgulaması gerektiğini düşünüyorum. Bu
kısım biraz eksik kalmış bence. Zaten bilirsiniz yazılanlar genelde başarı hikâyeleri.
Başarısızlık hikâyeleri yazılmadığı için sayılarının ne kadar fazla olduğunu
bilmiyoruz. Araştırmalara göre girişimlerin yüzde 90’ı başarısızlıkla
sonuçlanıyor.
Kitapta bahsedilen
ve benimde zaman zaman kafa yorduğum girişimcilik
ve girişkenlik kavramları gerçekten de ikiz midir, yoksa bir arada olmaması
gereken şeyler midir sorusu cevabını buluyor. Bizdeki girişimci mantığı genelde
girişkenlikten ibaret. Yani bu meşhur startuplar yayılmadan önce ticarette
girişken olanlar daha şanslıydı. Ne zamanki internet ve sosyal medya yayıldı
işte o zaman işin içine biraz teknik ve bilgi girmesi gerektiği anlaşıldı. Yani
amaç sabahtan aksama kadar çalışıp bir şeyler satıp para kazanmak değil. Bunu
en verimli ve farklı bir şekilde nasıl yaptığımız önemli. Babası esnaf olan
arkadaşlarımız hep anlatırlardı. Ticarette girişken olacaksın. Çevren çok geniş
olacak. Gerekirse siyaset bile işin içine girecek. Bu mantıkla günümüze kadar
geldik. Vergi kaçırdık, SSK primi yatırmadık, katma değer yaratmadık ve adam
kandırmacanın adı ve ayaküstü telefonda elli yalan söylemenin manası girişkenlik oldu. Hâlbuki ticarette işin
başında güven vardır. Şimdiki startup gençliğinde bu durum düzeldi. Ama bu
seferde girişkenlik eksik kaldı. Kimse sahaya inmek istemiyor. Bir Apple
bilgisayar, Spotify hesabı, kulaklık ve Starbucks’ta sizi kimsenin rahatsız edemeyeceği
uzun ve geniş bir masa. Günümüz startup gençliğinin dışarıdan görüntüsü bu
maalesef. Hâlbuki kulaklığını çıkarıp sadece avm’nin içinde başka bir gözle tur
atsa, o gün 3 dükkânın sahibi veya çalışanları ile sohbet etse elinde çok daha
değerli bir data olacak. Birinci elden sıcak taze bilgi. O kadar yerimizden
kalkmak istemiyoruz ki, kullanıcılar dropshipping imkânları araştırmaya
başlıyor. Yani malı tedarik etmeye ve kargolamaya bile takatim yokun
İngilizcesi. bir internet sitem olsun kendiliğinden satış gerçekleşsin. Ben
sadece kahvemi içip ekrandan siparişleri takip edeyim.
Maalesef
durum bu ama tabi bu kadar da karamsar olmamak lazım. Baybars Bey gibi
insanların daha fazla insanlara temas etmesi lazım. Fikirlerini daha fazla
paylaşması lazım. Zira kendisini devamlı yurt dışında melek yatırımcı
toplantılarında görüyoruz. Baybars Bey’in
girişimcilik konusundaki bence en önemli tespiti, “girişkenlik ve girişimcilik birbirinden ayrılmamalı ancak girişimcilik
girişkenlikten hemen sonra mutlaka kendini göstermeli.” Ve bu bitmez
tükenmez bir çalışma temposuyla birleşmeli. Bir girişimcinin en sevdiği sayının
7-24-365 olması gerektiğini söylüyor.
Çalıştığı
yerden ayrılıp kendi işini kuran arkadaşlarımın maalesef en fazla yakındıkları
konu bizdeki yoğun prosedür, inanılmaz harçlar ve vergiler. Türkiye’de iş
yapmak gerçekten çok zor bir hal almaya başladı. Her ne kadar KOSGEB gibi
kurumlardan destek alınabilse de yeterli değil. Tabi burada şunu da es geçmemek
lazım. Parlak bir fikriniz mi var yoksa bir çiğ köfteci mi açmak istiyorsunuz.
Bu aradaki farkı iyi görmek lazım. Çünkü Cem Yılmaz’ın bir söyleşide dediği
gibi parlak bir fikir değerlidir ve asla gizli kalmaz. Gözünüz buna yapılacak
yatırımdan korkmaz, rahatlıkla risk alabilirsiniz. İşin başarılı olma olasılığı
çok yüksektir ve bir altın madenidir. Burada çok problem yok yani. Asıl mesele
sıradan bir girişim konusunda ortaya çıkıyor. Her sokak arasında çiğ köftenin olduğu
bir memlekette ya bir fark yaratacaksınız ya da iyi bir lokasyon bulacaksınız.
Ve buna yatırım yapmak risklidir. Tek sıkımlık kurşunu olan bir girişimcinin
iyi düşünmesi gerekir.
Bir araya
gelmek gerekiyor. Gençlik bir girişim ofisi kurup deli gibi çalışmalı. Dünyanın
en büyük firmalarını örnek almalılar. Çalışma sistemlerini kopya etsinler demiyorum
ama kendi tarzlarını oluşturmaları ve mümkün olan en rahat ofis iklimini
oluşturmaları gerekir. Unutmayalım ki girişimcilik ofisi 9-17 çalışan bir yapı
değildir. Bu farklı bir iş modeli ve bakış açısıdır. Bir ucundan başlamak
gerekir. Müstakil evlerimiz olmadığı için bizde pek Amerikan garajları yok ama
en azından artık üniversitelerin teknoparkları var.
İşte size
harika bir örnek; Youtube’da karşıma çıkan girişim ofislerinden bir tanesi. “başka bir şey.” isimli bir kanalları
var. Yaptıkları ürünlerden daha çok videoda başka konulara odaklandım. Tıpkı
jack Ma ve Steve Jops tarzı rahat ve geniş toplantılar. Google ofislerindeki
gibi esnek çalışma saatleri ve harika bir ofis tasarımı. Belli ki çok para harcanmış
ama bunun meyvelerini topluyor olduklarını düşünüyorum. Tam hayalimdeki ortamı
oluşturmuşlar diyebilirim. Edelkrone adında bir firmaları var ve ürünleri buradan pazarlıyorlar. Açıkçası fiyatlar
bana çok rekabetçi gelmedi ama zamanla daha da ucuzlayacağını düşünüyorum.
Tamamen bir probleme yoğunlaşıp bunun üzerine çözüm ürettikleri bir çalışma
tarzları var. Böyle bir işyerim olsa eve gitmek istemezdim herhalde.
Buradan sözü
yine eğitime getirmek istiyorum. Eğitim öğretim ortamlarında da böyle
tasarımlara ihtiyacımız var. Ama bizler daha fotokopi parasıyla ve bir türlü bağlanamadığım
internetle, tonerleri boş yazıcılarla
uğraşmak durumundayız. Mimari tasarımdan bahsetmek bile istemiyorum. Sırf bu
tasarım yüzünden sadece öğretmenlerin günlük maruz kaldıkları gürültü seviyesi bir
fabrikadan farksız. Böyle bir binaya ne bir öğrenci ne de bir öğretmen gitmek
istemez. Hele birde başınızda evrak telaşına düşmüş bir müdür varsa. Bu
konularda maalesef öğretenin elinden hiçbir şey gelmiyor ve sürece kendinizi
kaptırıyorsunuz. Günde 9 saat ders. Hatta bazılarının hafta sonu da dahil. Gezi
gözlemin olmadığı, farklı etkinlikler için sizden istenen onlarca prosedür,
içleri tamamen boş onlarca saçma toplantı ve hizmet içi eğitim, koridorlarda
avazı çıktığı kadar bağıran yüzlerce çocuk ve daha niceleri. Böyle bir ortamda
yaratıcı olamazsınız. Ortam tasarımlarına öğretmen karar vermedikçe ve
öğretmenin sözü dinlenmedikçe başarı elde etmemizin imkânı yok. Bu konuya tıpkı
yukarıdaki gibi bir girişimci mantığı ile yaklaşmalıyız. Bu nedenle
girişimciliği günümüzde eğitimden ayrılmaz bir parça olarak görüyorum.
Bu ay
içerisinde Milli Eğitim Bakanı önemli kararlar açıklayacağını ve bir yol
haritası çizileceğini söyledi. Umarım rahat çalışma ortamları açısından
öğretmen için önemli değişimler olur. Çok büyük beklentilerim yok ama şu yaz tatili
meselesi çok önemli. Çünkü konuşulan başlıklar arasında yaz tatilinin kısalması
ve ara tatillerin artması söz konusu. Bir öğretmen ve öğrenci için yaz tatili
aşırı uzun ve eğitim dönemi de sıkıcı derece uzun. Bir öğretmenin en önemli
ihtiyacı yıl içerisine dağılmış daha kısa tatiller. Tabi iklim ve şartlara göre
ülke genelinde nasıl bir planlama yapılabilir bilemiyorum.
Kısacası
mesele insan. İnsanın zihnen ve fiziksel olarak sağlıklı olmasıdır. Ne
yapılırsa yapılsın her şey insan için yapılmalı. Bizim hayatımızı zorlaştıran
ve verimliliğimizi düşüren her şey düzelmeli ve iyileştirilmeli. Hiç bir şey
bundan daha önemli olamaz. Hiçbir prosedür, evrak, bürokrasi bir öğrencinin
sağlığından daha önemli olmamalı. Bizim okullarda işler tamamen aman bana bir
laf gelmesin üzerine kuruludur. Tüm okulların bir an önce üzerindeki bu tozu
atması gerekir. Yaratıcı ve açık zihinlerin fikirlerine değer vermenin zamanı
geldi de geçiyor bile.

Yorumlar
Yorum Gönder