Mezun Öğrenciler ve Öğretmenlik Mesleğinin Görünmeyen Yüzü Öğretmenlikte yıllar ilerledikçe insanın fark ettiği tuhaf bir gerçek var: Ne kadar yaşlandığınızı size en çok mezun öğrenciler hatırlatıyor. Yıllar sonra gelip kapınızı çaldıklarında, sizin çoktan unuttuğunuz ancak onların belleğinde taptaze duran bir anıyı heyecanla anlatıyorlar. Bazen sınıfta duyduğunuz bir cümle, bazen teneffüste söylediğiniz kısa bir söz, bazen de farkında olmadan yaptığınız bir davranış… Onların yaşam yolunda derin bir iz bırakmış olabiliyor. Aslında öğretmenliğin büyüsü tam da burada. Siz rutin bir günü yaşıyorsunuz; ders, yoklama, etkinlik, sınav… Ama bir öğrencinin iç dünyasında o gün başka bir şey oluyor. Yıllar sonra karşınıza çıkıp gözlerindeki o minnetle anlattıklarını dinlediğinizde, “Ben ne zaman böyle bir etki bıraktım?” diye düşünüyorsunuz. Belki de öğretmenliği özel kılan şey, emeğinizin çoğu zaman görünmez olması. Tıpkı toprağın altında sessizce büyüyen bir kök gibi… Fidanları Düz Ekme ...
Mavi önlükle başladığım 1. sınıfta tahta zemin, öğretmen her adım attığında gıcırdar, zaman zaman da altlarından tahta kuruları çıkar defterlerimizin üzerine zıplardı. Şimdilerde sinek görse yerinden zıplayan kızımın tersine onları kanıksayan bizler kılımızı bile kıpırdatmazdık. Böcekler de neredeyse sınıfın doğal üyeleriydi. Ne onlar, ne biz, ne de öğretmen yabancılık çekmezdi. Öğretmen her sabah geldiğinde ilk iş olarak sobayı yakar, önce ısınmayı beklerdik. Çünkü donuk eller ile kalem tutmak için 15 dk lazımdı. Öğretmenin üzerinde her daim takım elbise vardı, kışın gömlek üzerine hırkası eksik olmazdı. Gömlek yakası hiç açık değildi. Bütün okul bir sınıftaydı. O zaman öyle bireysel farklılıklar vs. yoktu. Tek bir soba ve tek bir öğretmenin olduğu yerde bizler de tek bir öğrenci gibiydik. Ne yaş farkı, ne çeşitlilik ne de özel ihtiyaçlarımız vardı. Herkesin ihtiyaçları aynıydı. Al yanaklı yüzlerimiz hep birbirine benzerdi. İstisnasız her bir sayfasının kenarı kalkmış aynı defter, art...