Okul Gezileri: Eğitimde Unutulan Güçlü Bir Araç
Okullarda yapılan geziler, eğitim hayatının en önemli tamamlayıcı unsurlarından biridir. Ancak ne yazık ki bu geziler çoğu zaman güzel havaların denk geldiği bahar aylarına sıkıştırılan, rutin ve yüzeysel etkinliklere dönüşüyor. Oysa yıl içine dengeli biçimde dağıtılmış, pedagojik açıdan doğru planlanmış geziler; hem öğrenciler hem de öğretmenler için eğitimin niteliğini ciddi ölçüde artırabilecek fırsatlar barındırır.
Fen bilimleri özelinde düşündüğümüzde ise müze ve bilim merkezi gezilerinin öğrenci üzerindeki etki gücü tartışılmaz. Doğru planlanmış bir bilimsel gezi, bir öğrencinin hayat boyu unutmayacağı bir öğrenme deneyimine dönüşebilir.
Bilim Merkezleri: Bir Çocuğun Hayatını Değiştirebilen Mekânlar
Bunun en güzel örneğini kendi çocukluğumda yaşadım. Ankara’nın Kalecik ilçesindeki bir köy okulunda okurken Feza Gürsey Bilim Merkezi’ne düzenlenen bir geziye katılmıştım. Yalnızca bize özel hazırlanan statik elektrik gösterileri ve sıvı azot deneyleri o kadar etkileyiciydi ki, bilime olan ilgimi bambaşka bir noktaya taşıdı. Yıllar geçmesine rağmen o gün yaşadığım heyecan hâlâ hafızamda taptaze duruyor.
Bugün bilim merkezlerinin sayısının artması elbette sevindirici. Hatta hafta sonu atölyeleri düzenleyen merkezler bile var. Ancak bu sevindirici tabloya rağmen önemli bir sorunla karşı karşıyayız: içeriklerin güncellenmemesi.
Kopyalanan Düzenekler ve Tıkanan AR-GE Süreci
Birçok şehirde hâlâ yıllar önce gördüğüm düzeneklerin birebir kopyalarını görmek mümkün. Bilim merkezleri, Avrupa’daki örneklerinde olduğu gibi sürekli güncellenen, canlı yapılar olmalı. Her ay hatta mümkünse her hafta farklı temalarla öğrencilerin yeniden gelmek isteyeceği bir dinamizm oluşturulmalı.
Ne yazık ki öğrencilerin aynı merkezlere ikinci kez gitmeleri için pek neden yok. 1993’te açılmış Feza Gürsey Bilim Merkezi’nin bile üzerine ciddi bir şey koyamadığımızı görmek üzücü. Teknik personel ilgili, belediyeler destek veriyor ancak eksik olan şey güçlü bir AR-GE vizyonu.
Avrupa’daki Bilim Merkezlerinden Alınacak Çok Ders Var
Londra, Viyana ve Paris’te gezdiğim bilim merkezleri, sadece materyal açısından değil, sunum kalitesi açısından da çok ileride. Dikkatimi çeken en önemli fark, anlatım biçiminin etkileyiciliği ve düzenlemelerin profesyonelliği oldu. İstenirse bu örnekleri almak ve uyarlamak son derece mümkün.
Bilim merkezlerinin okullarla daha entegre hâle gelmesi; hatta gerekirse yeniden yapılandırılması gerektiğini düşünüyorum. Belediyelerin daha fazla inisiyatif alarak MEB’in üzerindeki yükü hafifletmesi bu noktada kritik bir adım olur.
Eğitimi Dört Duvarın Dışına Taşımak Zorundayız
Düşünün: Bir şehirdeki müzeler, bilim merkezleri ve kütüphaneler her gün yalnızca bir sınıfı ağırlasa, bir yıl içinde yüzlerce öğrenci bu ortamlarda öğrenme fırsatı bulur. Okullar internet üzerinden rezervasyon sistemiyle bu planlamayı kolayca yapabilir.
Her sınıf ayda en az iki dersini bu ortamda işlese, hem öğretmen hem de öğrenci açısından inanılmaz bir dönüşüm yaşanır. Çünkü eğitim ortamlarının sürekli sınıf duvarlarıyla sınırlı olması; uzun vadede hem öğretmen hem de öğrenci psikolojisini olumsuz etkiliyor.
Bunun gerçekleşmesi için belediyeler ve okullar arasında protokoller imzalanmalı, MEB bu konuda ciddi adımlar atmalı ve yetki paylaşımının sistemli biçimde yapılması sağlanmalıdır.
Londra’daki Bir Sahne: Bizde Neden Olmasın?
Bu konuyu düşünmeme neden olan bir anım ise Londra National Gallery’de yaşandı. Bellini’nin ünlü Fatih Sultan Mehmet portresini görmek için büyük bir heyecanla gitmiştim. Eserin önündeki koltuğa oturmuş sessizce tabloyu incelerken küçük bir ilkokul grubunun içeri girdiğini gördüm.
Öğrenciler yanlarında minderleriyle sessizce öğretmenlerinin etrafında toplandı. Öğretmen, kibarca benden izin istedi ve çocuklar tablo karşısında yere oturdu. Ardından Osmanlı tarihinden, Bellini’den, Fatih’in kim olduğundan bahsetmeye başladı. Çocuklar küçük notlar alırken ben hem duygulandım hem düşündüm. Çünkü bu tabloyla gerçek bir eğitim yaşanıyordu.
Bizde ise gezilerin büyük kısmı yalnızca “sınıftan çıkma etkinliği” olarak görülüyor. Müze eğitimi neredeyse hiç uygulanmıyor.
300 Öğrenciyle Gezi Yapılmaz: Kalabalık Gruplar Eğitimi Öldürüyor
İstanbul gezilerinde Ayasofya ve Topkapı Sarayı mutlaka programa ekleniyor ama eserlerle neredeyse hiç ilişki kurulmadan öğrenciler koşturuyor. Okul ortamının kuralları bir anda ortadan kalkıyor. Enerjilerinin yarısı çevrede yemek aramakla geçiyor.
En büyük hata ise 300 kişilik dev gruplarla geziye çıkmak. Bir öğretmenin öğrencilerle verimli bir gezi yapabilmesi için ideal sayı en fazla 20 öğrencidir. Aksi hâlde gezi, eğitim olmaktan çıkar; sadece yorucu bir seyahat hâline gelir.
Doğru Gezi: Az Eser, Derin Öğrenme
Doğru planlama için tüm müzeyi gezmek yerine müfredatla bağlantılı birkaç bölümü seçmek gerekir. Öğrencilerin seviyesine uygun eserlerle derinlemesine çalışılmalı, küçük gruplarla rehberli bir program uygulanmalıdır.
Louvre gibi yalnızca teşhirde 35.000 eser bulunan bir müzeyi gezmek imkânsızdır ve zaten amaç bu olmamalıdır. Aynı şekilde ülkemizdeki değerli müzeler için de “az ama nitelikli” yaklaşımı esastır.
Örneğin İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ni gezmek için bir gün ayırmak bile son derece yerindedir. Aynı gün birkaç müzeyi daha gezmeye çalışmak, öğrencilere yalnızca yorgunluk verir.
Sonuç: Gezi Bir Keyif Değil, Pedagojik Bir Metottur
Sonuç olarak, okul gezilerinin amacı yalnızca mekân değiştirmek değildir; öğrenme ortamını genişletmek, öğrencinin ufkunu açmak ve kalıcı öğrenme fırsatları yaratmaktır. Bunun için profesyonel bir planlama, güçlü bir içerik ve iyi bir organizasyon şarttır.
Bu bilinçle hareket edebilirsek, eğitimde duvarları yıkarak öğrencilerimize gerçek anlamda ilham verebilen, unutulmaz ve nitelikli geziler sunabiliriz.
.png)
Yorumlar
Yorum Gönder