Ana içeriğe atla

Kültürlerin Solan Renkleri: Gençlik ve Benzerleşme Üzerine Bir Gözlem

Habits of the new generation of shoppers - iXtenso – retail trends @  iXtenso – retail trends

Kültürlerin Solan Renkleri: Gençlik ve Benzerleşme Üzerine Bir Gözlem

Bu hafta okulumuzda Romanya ve Slovenya’dan gelen öğrencileri ağırlıyoruz. Erasmus+ programı kapsamında gerçekleşen bu ziyaret, okulun atmosferine farklı bir enerji kattı. Öğrencilerimiz yabancı akranlarıyla tanışmanın heyecanını yaşarken, misafir öğrenciler de bizim eğitim sistemimizi, kültürümüzü ve yaşam biçimimizi tanıma fırsatı buldu. Her şey son derece uyumlu, düzenli ve keyifli ilerliyor. Ancak bir öğretmen ve aynı zamanda yazarlıkla ilgilenen biri olarak, benim gözüm ister istemez yüzeyin biraz altına iniyor. Çünkü bu tür uluslararası etkileşimlerde, görünenden çok daha derin toplumsal ve kültürel dönüşümlerin izlerini görmek mümkün.

Daha önce farklı ülkelerde yaptığım okul ziyaretlerinde de fark ettiğim bir durum, bu sefer çok daha belirgin biçimde kendini gösterdi. Farklı ülkelerden, farklı dillerden, farklı geleneklerden gelen öğrenciler artık birbirlerine neredeyse şaşırtıcı derecede benziyorlar. Bu benzerlik sadece davranışlarda değil; giyim tarzında, konuşma biçiminde, jest ve mimiklerde, hatta mizah anlayışında bile hissediliyor. Eskiden kültürler arası etkileşim “zenginlik” olarak görülürdü; farklı renklerin bir arada bulunması olarak... Oysa artık bu renkler birbirine karışıyor, sonunda ortaya tek tonda bir tablo çıkıyor.

Bu durumun en çarpıcı örneğini ziyaretin ilk gününde yaşadım. Gelen öğrencilerin ve bizim öğrencilerin yaptığı ilk şey, birbirlerinin Instagram hesaplarını sormak oldu. Henüz sınıfa, laboratuvara, okul bahçesine tam anlamıyla alışmadan önce, sosyal medya üzerinden birbirlerinin hayatlarına bakmak istediler. Görünüşe göre “tanımak” artık yüz yüze konuşmakla, oyun oynamakla ya da birlikte vakit geçirmekle değil; karşı tarafın sosyal medya profiline göz atmakla başlıyor. Fotoğraflar, hikâyeler, takipçi sayıları, beğeni oranları... Bütün bunlar, artık gençler için bir kimlik göstergesi hâline gelmiş durumda. ama bu gerçek derinlikten uzak, samimiyetsiz ve bir o kadar da renksiz. 

Bu yeni tanışma biçimi, kültürel farklılıkların yüzeyde kaldığını açıkça gösteriyor. Gençler birbirlerinin hayatlarını merak ederken, aslında kendi yaşam tarzlarının bir kopyasını buluyorlar. yaşam tarzları birbirlerini kopyalamak haline dönüşüyor. Çünkü sosyal medya, dünya çapında tek bir “gençlik kültürü” inşa etmiş durumda ve maalesef daha da derinleşerek devam edecek. Aynı danslar, aynı müzikler, aynı şakalar, aynı moda akımları, hatta aynı yemekler. Dünyanın her yerinde gençler artık uzakdoğu yemeklerine ilgi duyar hale geldi. Bir zamanların Amerikan eğilimleri sanki biraz daha Asya'ya kayıyor ama bu sefer çok farklı bir şekilde. … Sanki dünyanın her yerinde aynı genç yaşıyor. İstanbul’daki bir lise öğrencisiyle Ljubljana’daki bir öğrenci, ya da Bükreş’teki bir genç, artık aynı kelimeleri kullanıyor, aynı kahkahaları atıyor, aynı içeriklerle eğleniyor.

Bu durumun farkında olan yalnızca biz değiliz. Sohbet ettiğim yabancı öğretmenler de aynı şeyden şikâyetçi. “Bizim öğrencilerimiz artık yerel kültürle bağ kurmak istemiyor,” diyor bir Rumen öğretmen. “Ulusal bayramlarda, geleneksel danslarda, halk müziğinde ilgisizler. Onlar için önemli olan TikTok trendleri ya da YouTube’daki fenomenlerin söyledikleri.” Bu sözler bana hiç yabancı gelmiyor; çünkü bizde de tablo neredeyse birebir aynı. Öğrencilerimizin çoğu artık kendi kültürlerinin ürünlerini değil, küresel platformların ürettiklerini takip ediyor. bütün bunlar olup biterken bir taraftanda bayağılık, yüzeysellik ve vasatlık büyümeye devam ediyor. Kendi kültürlerinin etkisinden sıyrılmaya çalışan gençler hızlı tüketimin esiri olma younda ilerliyorlar. 

Eskiden kültürler arasındaki farklar bir zenginlik olarak görülürdü. Farklılıklar birbirini besler, yeni fikirlerin, sanatın, edebiyatın doğmasına neden olurdu. Bu şekilde edebiyatta nasıl yeni eserler görebileceğiz? Bazı yazarlar edebiyat için bile şimdiden ömrünün sonuna geldiği ile alakalı yorumlar yapıyorlar. Belki de bu gidişle bütün sanatlar için benzer şeyleri konuşmamız gerekecek. Diğer bir olasılık olarak da sistem kendi kendini yiyip bitirecek ve en başa, kıymetini unuttuğumuz değerlere geri döneceğiz. Umarım insanoğlu bu konuda çok bedel ödemeden olması gerekeni yeniden hatırlayabilir. Şimdi farklılıklar hızla siliniyor. Herkes aynı dizi karakterlerini konuşuyor, aynı markaların peşinde koşuyor, aynı müzikleri dinliyor. Bu benzerleşme süreci sadece gençliği değil, bütün insanlığı etkiliyor. Fakat gençler bu değişimin merkezinde yer aldıkları için, onlar üzerinden etkisini en net şekilde görebiliyoruz.

Bu benzerleşmenin sonuçlarını gelecekte çok daha belirgin biçimde hissedeceğiz. Renklerin birbirine karıştığı, çeşitliliğin azaldığı, kültürlerin birbirine benzediği bir dünya bizi bekliyor. Eğitimde, sanatta, müzikte, sinemada, hatta günlük yaşamın en basit ayrıntılarında bile bu tekdüzelik kendini gösterecek. Örneğin geleceğin müzisyenleri belki de dünyanın farklı yerlerinde aynı melodileri çalacak. Sinema, aynı hikâyeyi farklı dillerde tekrar tekrar anlatacak. Bunu zaten yıllardır sinema sektöründe görüyoruz. Son yıllarda bu sektörde büyük bir düşüş var. Çünkü büyük bir konu kısırlığı yaşanıyor. Bu yaratıcılığı artık sınırlanmış ve çevreden etkilenen yazarlardan kaynaklanıyor. Günümüz dünyasında trendlerden etkilenmeden tek başına kalmayı başarabilen bir senaryo yazarı bulmak çok zor. Moda, yerel kumaşların ve desenlerin yerini çoktan evrensel markaların logolarına bırakmış olacak. Piyasada hem ucuz, hemde özgün olmayan modeller ile tekel haline geliyorlar ve bu alanda sanatçılara yer kalmıyor. Bir sanatçı bu sistemde kendini duyurabilmesi için algoritmaların bütün hilelerini öğrenmeli. Ancak bir sanatçı bunlarla uğraşmamalı. Uğraşmaya başladığı an zaten yaratıcılık yok olacaktır, oluyorda...

Kültürel küreselleşme bir bakıma kaçınılmaz. İnternetin, sosyal medyanın, mobil teknolojilerin bu kadar güçlü olduğu bir çağda gençlerin birbirinden etkilenmemesi zaten mümkün değil. Fakat bu kaçınılmazlık, beraberinde ciddi bir kaybı da getiriyor: “yerel kimlik” ve “bireysel ifade” kaybını. Gençler, tıpkı filtrelenmiş fotoğraflar gibi, kendilerini küresel normlara uydurmak için değiştiriyorlar. Herkesin birbirine benzediği bir dünyada farklı olmak, hatta kendin olmak bile cesaret istiyor artık. Bu öyle bir noktaya gelecek ki, bırakın buna cesaret etmeyi farklı birşeyin olabileceği fikri bile akıllarına gelmeyecek. 

Bu durumu değiştirmek için öğretmenlerin, ebeveynlerin, sanatçıların, hatta devletlerin bile yeni bir bilinç geliştirmesi gerekiyor. Kültürel kimliğin korunması yalnızca tarih kitaplarında anlatılan bir miras meselesi değil; aynı zamanda geleceğin ruhsal sağlığıyla da ilgili bir konu. Çünkü kültür, insanın kendini ait hissettiği zemindir. O zemin kaybolduğunda, birey yönünü kaybeder, akıntının içine kendini bırakıverir. 

Belki bu değişimin önüne kimse geçemeyecek. Belki de bu süreç insanlığın yeni bir evresidir. Fakat yine de bu gidişatı anlamak, üzerine düşünmek ve gençlere bu farkındalığı kazandırmak bizim elimizde. Onlara yalnızca bilgi değil, köklerinin değerini de öğretmeliyiz. Çünkü ne kadar evrenselleşirsek evrenselleşelim, bizi benzersiz kılan şey, kendi kültürümüzün rengi ve sesidir. Hayatın anlamı tadı da burada saklıdır. Bu kesinlikle dedemin bizlere şikayet ettiği gibi bir şey değil. Her nesil birbirlerine böyle şikayetlerde bulunur ancak bu seferki bana çok farklı geliyor. Sanki daha tehlikeli ve hiç olmadığı kadar belirsiz. 

Bugün sınıflarda, teneffüslerde, okul bahçelerinde gördüğüm gençler birbirine benziyor olabilir. Ama belki de o benzerliğin altında, keşfedilmeyi bekleyen nice özgün hikâyeler, fikirler ve duygular yatıyor. Bunlar bu kırıntıları bulabileceğimiz son nesil olabilir. Eğer eğitim bu hikâyelere alan açabilirse, geleceğin dünyası belki o kadar da renksiz olmaz. Çünkü insan ruhunun çeşitliliği, her dönemde yeniden filizlenme gücüne sahiptir. İyi eğitimden başka seçeneğimiz yok. Kiminle mücadele edeceğimiz hakkında bir fikrim yok. Bu elle tutulur bir şey değil. Ancak tek çaremiz çocukların kalbine dokunmak ve yaratıcılıklarını harekete geçirmektir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kitap Yazmak Kolay mı?

Bir kitap yazmaya karar vermek, sadece bir fikir üretmek ya da boş bir sayfayı doldurmaya çalışmak değildir. Bu karar, insanın kendi zihninde ve ruhunda derin bir dönüşüm sürecini başlatması demektir. Çünkü yazmak, yalnızca kelimelerin bir araya getirilmesi değil; düşüncelerin düzenlenmesi, duyguların ifade edilmesi, bilinçli bir farkındalıkla dünyaya yeniden bakmayı öğrenmektir. Bu süreç, insanı önce düşündürür, sonra sorgulatır ve zamanla olgunlaştırır. Yazmaya başlayan kişi yavaş yavaş yalnızca bir okuyucu olmaktan çıkar; dünyayı gözlemleyen, sorgulayan ve yeniden inşa etmeye çalışan biri hâline gelir. Çoğu kişi yazmayı yalnızca hayal gücü yle ilişkilendirir. Oysa yazmak, hayal gücü kadar disiplin , kararlılık ve içsel bir emek gerektirir. Bir masa başına oturup saatlerce düşünebilmek, doğru kelimeyi bulana kadar defalarca cümle kurup bozabilmek, kimi zaman bir paragraf için saatler harcamak bu işin görünmeyen ama en gerçek kısmıdır. Bu nedenle yazarlık, sadece yetenek işi değil; ...

Öğrencime Mektup

      Merhaba Ömer Bir süredir meşgul olduğum, bütün yoğun işlerimin yanında, sanki hiç işim yokmuş gibi kendime yeniden iş çıkarıp   büyük dedelerden başlayan bir aile tarihi   yazmaya giriştim. Onlarca röportaj yaptım, onlarca sayfa notlar aldım, onlarca saatlik ses kayıtları topladım, yüzlerce resim derledim. Akrabalarla konuştukça merakım daha da arttı. Hiç üşenmeden İstanbul, Ankara, İzmir ve Kırşehir’deki akrabaları teker teker ziyaret ettim. Genelde benzer olayları herkes farklı açılardan değerlendiriyor, kendi bakış açısını anlatıyordu. Yüzlerce yıl, insanlık tarihi kadar eski olan sözlü anlatım geleneğiyle hikâyeler günümüze kadar geldiği kadarıyla benim el yazımla kâğıda dökülüyordu. Aralarında eli kalem tutan öğretmenler, doktorlar, hatta savcılar bile olmasına rağmen, daha önce kimse bu konuları merak etmemişti. Sarıkamış’ta şehit olan üç dedemizle ilgili en ufak bir detay bile yoktu. Anlatılanlar çok yüzeyseldi ve bir o kadar da merak uyandırmaktan ...

Erasmus Plus projesi nasıl yazılmalı.

Değerli öğretmen arkadaşlar, Özellikle öğretmenlere seslenmemin önemli bir sebebi var çünkü AB projeleri özellikle bizlere önemli mesleki avantajlar sunuyor ve kendimizi geliştirmenin önemli ayaklarından bir tanesi. Hani hep şikayet ettiğimiz standart konular vardır ya, özel okullardaki imkanlar olsa daha etkili çalışabiliriz. Mesleki tatminim yok, biraz daha esnek çalışabilsek sadece test çözmesek her şey ne kadar güzel olacak, sistem değişiyor kimse bize sormuyor vs. Alın size mükemmel bir fırsat. Hem de öyle böyle değil. Tabi oturup çalışmak şartı ile… Bu yazımızda sizlere Erasmus Plus ile ilgili detayları yazmak istemiyorum. İnternette ve facebook grupları içerisinde yeterince ve hatta fazlası bile var. Vurgulamak istediğim asıl önemli nokta, birçok alanda olduğu gibi bu alanda da plansız ve iç disiplin olmadan çalışmak. Eğer mesleğe ilk atandığım yıl ,ki bu on yıl önceydi, birisi bana nasıl proje yazılması gerektiği ile ilgili soru sorsaydı, sadece klavuzdaki kriterler...