Ana içeriğe atla

Umudu Meslek Edinenlerin Hikâyesi

10 bin öğretmen akademiyi bekliyor

Mavi önlükle başladığım 1. sınıfta tahta zemin, öğretmen her adım attığında gıcırdar, zaman zaman da altlarından tahta kuruları çıkar defterlerimizin üzerine zıplardı. Şimdilerde sinek görse yerinden zıplayan kızımın tersine onları kanıksayan bizler kılımızı bile kıpırdatmazdık. Böcekler de neredeyse sınıfın doğal üyeleriydi. Ne onlar, ne biz, ne de öğretmen yabancılık çekmezdi. Öğretmen her sabah geldiğinde ilk iş olarak sobayı yakar, önce ısınmayı beklerdik. Çünkü donuk eller ile kalem tutmak için 15 dk lazımdı. Öğretmenin üzerinde her daim takım elbise vardı, kışın gömlek üzerine hırkası eksik olmazdı. Gömlek yakası hiç açık değildi. Bütün okul bir sınıftaydı. O zaman öyle bireysel farklılıklar vs. yoktu. Tek bir soba ve tek bir öğretmenin olduğu yerde bizler de tek bir öğrenci gibiydik. Ne yaş farkı, ne çeşitlilik ne de özel ihtiyaçlarımız vardı. Herkesin ihtiyaçları aynıydı. Al yanaklı yüzlerimiz hep birbirine benzerdi. İstisnasız her bir sayfasının kenarı kalkmış aynı defter, artık sonuna gelmiş küçük kör kurşun kalem, on parçaya bölünmüş ama kokusu üzerinde kararmış silgi, beslenme çantasında aynı ekmek ve peynir, su sızdıran ayakkabı, soba başına üşüşmüş bazen çatlaklarından kan akan eller… Bu benzerliklerden sadece bazılarıydı. 

Ama tüm bunlara rağmen tek farklı şey öğretmendi. Çoğu zaman sessizdi. Teneffüslerde bizden başka konuşacak kimse yoktu. Muhtar ayda bir kez uğrar, elinde taze kopardığı ayvalarla nadiren bir ihtiyar veya iki yılda bir müfettiş gelir, konuşmak için fırsat doğardı. Köyün en güzel yumurtaları ona pişer, üç ayda bir yediğimiz tavuk sadece ona kesilir, annemin çıkarmaya kıyamadığı reçeller ona sunulurdu. Neticede hepsi o gün gider, öğretmen yine yalnız kalırdı. Nedense onu dışarıda görmek bizi utandırırdı. Üzerinde takım elbisesi olmaz, bizden biri olurdu. Yanına yaklaşmaz, yalnızca uzaktan bakardık. 

Cumhuriyet kurulduğundan beri bir öğretmen hikâyemiz vardır. Asla bu hikâyenin içi boş bir klişe olduğunu düşünmeyin. Genç bir cumhuriyet iken şimdikinden daha fazla bizlere ihtiyaç olduğunu zannetmeyin. Bizler her zamanın en önemli, en sorumluluk sahibi mesleğini icra ediyoruz. Bunun yalnızca fakir Anadolu romantizminin çevresinde olup bittiğine, zamanın değiştiğine ve artık herkesin her şeye sahip olduğuna inanmayın. Bu gerçek bir fedakarlık hikâyesidir. Bunu en yakından gören birisi olarak ne söylediğimi çok iyi biliyorum. Şartlar ne olursa olsun fedakâr olmanın ne demek olduğunu bu hikâyenin kahramanlarına sorun. Kimi zaman ağacın bile yeşermediği ıssız köylerde kendi yalnızlığı ile yıllarca baş başa kalan, 1000 kişilik bir okul ve 40 kişilik sınıfta kulakları sağır olan, bir tatil için 40 kere düşünen, alacağı kitabı sürekli erteleyen, akıl veren onlarca veliye tahammül eden, 100 öğrencinin sorunları ile haşır neşir olup kendi çocuğuna yorgun olan, zaman zaman fillerin altında ezilen bu insanların hikâyesi tamamen gerçektir ve bunun adı kesinlikle fedakârlıktır.

Öğretmenler olarak yola çıkış amacınızı unutmayın. Hiçbir zaman hiçbir şey için eğilmemeyi, doğru şeyi yaptığınızı ve bir memur olmadığınızı bilin. Tüketim zamanlarının bizi fırlatıp attığı "sürat çağı" çukurundan çıkıp öğrencileri sabırla yetiştirin. Sabrın, okumanın, özenin, edebiyatın, felsefenin, çalışmanın, disiplinin asla modası geçmeyecek şeyler olduğunu unutmayın. Eğer sizler bir kez unutursanız herkes unutur. Kim size ne derse desin, bunun zaman alan bir şey olduğunu onlara hatırlatın. Yaptıklarınızın, öğrettiklerinizin değerini uzun yıllar sonra anlayacaklardır. Siz bu kör, manasız zamanda artık daha da önemlisiniz. Size bunu unutturanlara kanmayın. 

Bizim hikâyemiz kolay bir hikâye değil ama şunu unutmayın: Bu ülkenin en derinine kök salan tohumları biz ekiyoruz. Bugün belki görünmüyor, belki kıymeti bilinmiyor, belki alkışı yok… Ama yarın, bir gün bir yerlerde o tohumlar mutlaka filizleniyor. O yüzden; kim size ne söylerse söylesin, kendinizi önemsiz hissettirenlere kulak asmayın. Çünkü her öğretmen, kendi küçük dünyasında koca bir evren kurar. Bir öğrencinin kaderini değiştiren tek bir cümle bile bir ömrün en büyük başarısı olabilir. Ve bilin ki bu yolculukta asla yalnız değilsiniz. Bu ülkenin en ücra köşesinden en büyük şehrine kadar aynı ışığı taşıyan binlerce meslektaşınızla aynı hikâyenin parçalarıyız ve daha fazlasını hak ediyoruz.

Bugün benim 17. Öğretmenler Günüm. Ve biliyorum ki yol uzun, sorumluluk büyük ama yüreğimizde taşıdığımız umut daha büyük. Biz, umudun mesleğini icra ediyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kitap Yazmak Kolay mı?

Bir kitap yazmaya karar vermek, sadece bir fikir üretmek ya da boş bir sayfayı doldurmaya çalışmak değildir. Bu karar, insanın kendi zihninde ve ruhunda derin bir dönüşüm sürecini başlatması demektir. Çünkü yazmak, yalnızca kelimelerin bir araya getirilmesi değil; düşüncelerin düzenlenmesi, duyguların ifade edilmesi, bilinçli bir farkındalıkla dünyaya yeniden bakmayı öğrenmektir. Bu süreç, insanı önce düşündürür, sonra sorgulatır ve zamanla olgunlaştırır. Yazmaya başlayan kişi yavaş yavaş yalnızca bir okuyucu olmaktan çıkar; dünyayı gözlemleyen, sorgulayan ve yeniden inşa etmeye çalışan biri hâline gelir. Çoğu kişi yazmayı yalnızca hayal gücü yle ilişkilendirir. Oysa yazmak, hayal gücü kadar disiplin , kararlılık ve içsel bir emek gerektirir. Bir masa başına oturup saatlerce düşünebilmek, doğru kelimeyi bulana kadar defalarca cümle kurup bozabilmek, kimi zaman bir paragraf için saatler harcamak bu işin görünmeyen ama en gerçek kısmıdır. Bu nedenle yazarlık, sadece yetenek işi değil; ...

Öğrencime Mektup

      Merhaba Ömer Bir süredir meşgul olduğum, bütün yoğun işlerimin yanında, sanki hiç işim yokmuş gibi kendime yeniden iş çıkarıp   büyük dedelerden başlayan bir aile tarihi   yazmaya giriştim. Onlarca röportaj yaptım, onlarca sayfa notlar aldım, onlarca saatlik ses kayıtları topladım, yüzlerce resim derledim. Akrabalarla konuştukça merakım daha da arttı. Hiç üşenmeden İstanbul, Ankara, İzmir ve Kırşehir’deki akrabaları teker teker ziyaret ettim. Genelde benzer olayları herkes farklı açılardan değerlendiriyor, kendi bakış açısını anlatıyordu. Yüzlerce yıl, insanlık tarihi kadar eski olan sözlü anlatım geleneğiyle hikâyeler günümüze kadar geldiği kadarıyla benim el yazımla kâğıda dökülüyordu. Aralarında eli kalem tutan öğretmenler, doktorlar, hatta savcılar bile olmasına rağmen, daha önce kimse bu konuları merak etmemişti. Sarıkamış’ta şehit olan üç dedemizle ilgili en ufak bir detay bile yoktu. Anlatılanlar çok yüzeyseldi ve bir o kadar da merak uyandırmaktan ...

Erasmus Plus projesi nasıl yazılmalı.

Değerli öğretmen arkadaşlar, Özellikle öğretmenlere seslenmemin önemli bir sebebi var çünkü AB projeleri özellikle bizlere önemli mesleki avantajlar sunuyor ve kendimizi geliştirmenin önemli ayaklarından bir tanesi. Hani hep şikayet ettiğimiz standart konular vardır ya, özel okullardaki imkanlar olsa daha etkili çalışabiliriz. Mesleki tatminim yok, biraz daha esnek çalışabilsek sadece test çözmesek her şey ne kadar güzel olacak, sistem değişiyor kimse bize sormuyor vs. Alın size mükemmel bir fırsat. Hem de öyle böyle değil. Tabi oturup çalışmak şartı ile… Bu yazımızda sizlere Erasmus Plus ile ilgili detayları yazmak istemiyorum. İnternette ve facebook grupları içerisinde yeterince ve hatta fazlası bile var. Vurgulamak istediğim asıl önemli nokta, birçok alanda olduğu gibi bu alanda da plansız ve iç disiplin olmadan çalışmak. Eğer mesleğe ilk atandığım yıl ,ki bu on yıl önceydi, birisi bana nasıl proje yazılması gerektiği ile ilgili soru sorsaydı, sadece klavuzdaki kriterler...