Yeni bir eğitim öğretim yılı başladı. Bakanımızla birlikte bakanlığımızda
da çok önemli değişiklikler var. Kendisi canlı yayında çok önemli detaylardan
bahsetti. Hayalimizdeki eğitim sistemine tercüman olmak ve bunları
gerçekleştirmeye çalışmak gerçekten zor bir iş olsa gerek. Kendisinin bu konuyu
dert ettiğini ve yıllarını verdiğini hissedebiliyoruz. Kendisi de bence beklentilerin
son derece yüksek olduğunun farkında.
Ancak benim hayallerimdeki eğitim sistemi hedefleri arasında
mıdır veya devletimizin böyle bir politikası var mı bilemiyorum. Bunu zaman
gösterecek. Çünkü okudukça ve bilgilendikçe giderek daha karamsar bir hale
bürünüyorum. Ve anlıyorum ki yaşadıklarımızın ve eğititim sistemimizin içler
açısı durumundan ne şimdiki hükümet tek başına sorumlu ne de daha önceki
yönetimler. Bu hepimizin ortak bir eseri aslında.
Ali Saydam’ı tanır mısınız? Ülkemizin yetiştirdiği en önemli
iletişim uzmanlarından birisi. Birçok danışmanlık işini başarı ile yürütmüş hatta
kimi zaman eğitim politikalarımız için fikirlerine de başvurulmuş. Zaten
şimdiki hükümetin daha önceden yaptığı en başarılı işlerden bir tanesi çevrelerinde
iyi donanımlı danışmanları toplamaları ve düşüncelerine değer vermeleri idi.
Kendisi de bunlardan birisi. Uzun uzun anlatmayacağım ama yaşadığı anılardan
bir tanesi benim bir hayli ilgilimi çekti.
Yıl 1965. İstanbul Erkek Lisesini bitirdikten sonra bir
üniversite telaşı sarıyor kendisini ancak işler umduğu gibi gitmiyor. Çünkü
babası İsviçre bölge kültür ataşesi olarak atanıyor ve annesi ile kendisine yol
gözüküyor tabi. Kafasından bin türlü soru, yataklı tren ile Zürih’in yolunu
tutuyorlar. O zamanlar da şimdi olduğu gibi orada üniversite okumak büyük şans.
Meşhur Orient Express İsviçre sınırlarına girdiğinde kendisini nelerin beklediğinden
tabiki haberi yoktu. Eidgenoshsische
technishe hochschule, yani Federal Teknik Yüksekokul İnşaat Mühendisliği
ilk hedef. Ancak nasıl oluyorsa kimya bölümü diye tutturuyor. Detaylara çok fazla
girmeyeceğim ama beni asıl ilgilendiğim nokta kırk sene evvel üniversiteye
öğrenci seçerken yapılan giriş sınavı.
Sınav yaklaşık üç gün sürüyor ve yazılı sözlü aşamalardan
oluşuyor. Bir kuruma çalışan almak isteseniz sanırım en iyi yöntem böyle bir sınav
yapmak olurdu. Çünkü yapacağınız bir test sınavı en kötü ölçme yöntemlerinden
birisidir. Ali Saydam bir özgüven patlaması yaşıyor çünkü nede olsa İstanbul
Erkek Lisesi mezunu ve kimya gibi sayısal derslerde sorulacak her türlü soru
onun anlatımı ile vız gelir tırıs gider.
Son gün sözlü sınavların bir tanesinde karşısında oturan
hocalardan bir tanesi kalkıyor ve kendisine bir soru soruyor. ” Herr Saydam,
size en kolay soruyu hazırladık.” Deyip
elindeki cam tüpü gösteriyor. Tüpün içinde turkuaza yakın renkte bir toz var.
“Herr Saydam, tüpün içinde bir tuz var. Sizce bu ne
olabilir?”
Uzun bir sessizlik…
Fen öğretmeni olduğum için bu satırları okuduğumda sanki
soruyu kendime sorulmuş gibi efkârlandım ve eğitim sistemimizin durumunu
düşünüp durdum. Çünkü biz onlarca asit baz tepkimesi yazdık. Bunların
iyonlarını ezberledik ve öğrencilemize de ezberlettik. Ancak içler acısı olan
ise, biz hiç elimizde turkuaz bir tuz tutmadık. Eğer bir asit ile bazı gerçekten
tepkimeye soksaydık, bunu görecektik. On metre uzaktan bile bu tuzu
tanıyacaktık. Ne laboratuvara girdik. Ne kimyasal tepkime gerçekleştirdik. Aradan
kırk yıl geçti âmâ hala bunlar değişmedi. Değiştirmek içinde hala adım
atamıyoruz. Bu küçük örnek aslında kamuda her alana yansıyor bence. Her şeyi kağıt
üzerinde yapma alışkanlığı…
Her türlü denetim bizde kağıt üzerindedir. Yapmış olmak için
yapılan işlere bayılıyoruz. Özellikle okullarda bununla ilgili binlerce örnek
verebilirim. Sadece seminer dönemi desem başka bir şey söylemeye gerek yok
gerisini siz düşünün.
Peki, Sayın Saydam’a sonra ne oldu derdiniz?
Saydam sorudan sonra kafasında düşünüyor ama bir türlü
bulamıyor. İstanbul Erkek’ te bile öğretmenleri sınıfa malzemeleri getirir ve
kendi masasından deneyi yapar giderdi. Tıpkı şimdi olduğu gibi hiç kimse olay
ile etkileşime girmezdi. Bu olayda neyin gerçekleşeceği zaten tahtada yazardı
ve denklem zaten belli idi.
Saydam 30 kişinin alındığı bölümde 31. Oluyor ve bölüme
seçilemiyor.
Eğer bir kurma çalışan seçmek istiyorsanız bunu çok özenerek
yaparsınız. Çünkü insanlar buradan ekmek yer ve hayatidir. Bu konuda torpil
yapamazsınız ve en iyisini seçmek zorundasınız. Vasıfsız akrabanızı getirip
önemli bir pozisyon vermek intihar etmek olur. Buna bence üniversitelere öğrenci alımı da benzer.
Her üniversite olması gerektiği gibi kendi öğrencisini
seçebilmeli kendi mülakatını yapabilmeli. Ve en önemlisi de bağımsız olmalı.
Kimse üniversitenin üstünde olmamalı. Meseleye hep eğitim tarafından bakıyorum
neticede ve ilgilendiğim konu özellikle öğretmen yetiştirtme konusu. Eğitim
fakültelerinde öğretmenler nasıl alınır? Hepimizin bildiği gibi üniversite sınavına
girer ve yeterli puanı aldıktan sonra bölüme yerleşir. Peki, bölüme
girildiğinde önünde KPSS sınavından başka hiçbir engel var mı? Peki, KPSS
sınavında şıkları işaretlemek öğretmen olmak için yeterli mi? Yani konuşma
sıkıntısı çeken veya insanlarla iletişim kuramayan hatta çok ciddi psikolojik
sıkıntılar ile boğuşan insanların önlerindeki tek engel KPSS sınavı. Hoş şimdi
bir mülakat geldi ama bu mülakat bu dediğim özellikleri ölçmüyor ve en önemlisi
aday zaten üniversiteyi bitirmiş. Bu saatten sonra yeniden üniversite okuyacak
hali yok. Eğitim fakültelerine giriş şartları yeniden düzenlenmeli ve ciddi bir
mülakat sürecinden geçirilmelidir. Kişi öğretmen olduktan sonra maalesef öğretmen
için eğitim öğretim hayatı kendisi için sona ermiş oluyor. Artık devlete kapak
atıldı. Üniversite kitapları ve notlar bir kenara atılır, bir daha da açılmaz. Tıpkı
ilkokul ve lise kitaplarımız ve defterlerimiz gibi. Artık okumak ve kendimizi
geliştirmenin sonu gelir ve hayat mücadelesi maaş alma ve onu harcama üzerinde
kurulu bir şekilde devam eder. Ama sorunlar bitmez. Okulda yeni problemler ve
yeni sıkıntılar baş gösterir.
Yıllardır dikkat ettiğim ama nedense sokakta kimsenin
bilmediği önemli bir detay ver okullarla ilgili. BÜTÇE… Bilmem biliyor musunuz
ama mahallenizdeki ortaokulun camı kırıldığında bunun parasını kimin verdiğini
hiç düşündünüz mü? Veya karılan bir kapı kolu, ki büyük bir okulda bu çok sık
olur. Toneri biten yazıcı, fotokopi kâğıdı vs. Tüm bunların parası nereden
çıkar? Cevap bakanlık değil. Okula yapılan bağışlardan çıkar. Yani okula
verilen herhangi bir para yoksa o okula temizlik malzemesi bile alamazsınız.
Nedense bunu anlattığım birçok kişi bu duruma pek inanamıyor ve garip olan kısım
ise birçok öğretmende insanların bu durumu bildiğini düşünüyor. Ortada
çelişkili bir durum var.
Tüm bunları anlatırken aslında konuyu yukarıdaki anıya
bağlamaya çalışıyorum aslında. Eğitim kalitesi ni etkileyen değişkenler, hiçbir
konuda olmayan derecede büyük bir bütün ki birbirlerinden ayrılamazlar. İş
sadece öğrenci seçme olayı değil. Eğitim kalitesi, öğretmen kalitesinden tutun
bütçeye kadar yönetici eğitiminden eğitim fakültelerine kadar büyük bir sorun
yumağını kapsıyor. Yukarıda seçme sınavında sorulan soruyu hazırlayan bir
öğretmen ve o öğretmeni de yetiştiren bir üniversite var. Bu ayrılmaz bir
zincir.
Eğitim sistemimiz doğru sorular sormalı. Artık hayattan
bağımsız sadece kâğıt üzerinde ezberler bizi bir yere götürmüyor. Hatta bana
kalırsa okul bile artık birçok açıdan işlevini yitirmiş durumda. Home Schooling üzerinde düşünmeli ve
farklı yaklaşımlar denemeliyiz. Pilot uygulamalar ortaya koymalıyız. Bu alanda
bence öncü bile olabiliriz. Hepimizin akından zaman zaman geçmiştir yahu üniversitede
bana verilen eğitim sadece yoğun bir iki dönemde bitirilebilirdi. Bu kadar
zaman harcamak neden? Neden insanlar gidip orada 4 yılını hatta çoğu zamanda
yaz tatillerini heba ediyorlar? Dünya kadar para harcıyorlar ve devletten burs alıyorlar.
Hatta bakanlığımız bununlar ilgili önemli bir eseri de bu seminer dönemimde
bizlere tavsiye etti; John Gatto- Eğitim
Bir Kitle İmha Silahı.
Kitapta bununla ilgili çok önemli detaylar var. Bence
üzerinde dikkatle durulmalı ve önyargılarımızdan sıyrılmalıyız. Gerçekten de
okulun bizlere verdiği donanım ilkokuldan yükseköğretime kadar sorgulanmalıdır.
Yani bakan değişikliği ile birlikte çok güzel adımlar
atıldığını görüyorum. Umarım yıllar süren sistem arayışımız artık bir son bulur
ve sahip olduğumuz enerji verimli bir şekilde kullanılabilir. Çünkü ülkedeki her
şey sadece ve sadece eğitim kalitesine bağlı.
Mutlu ve sağlıklı günler dilerim.

Yorumlar
Yorum Gönder